Yeryüzünde kesintisiz olarak devam eden çok fazla sayıda iklim olayı vardır. Yağmurun mutlaka belli miktarlarda yeryüzüne düşmesi, rüzgarın mutlaka esmesi ve güneş ışınlarının çeşitli açılardan yeryüzüne mutlaka ulaşması gerekmektedir. Yüce Allah, bu çeşitliliği, yeryüzünde yaşamın var olması için birer sebep kılmıştır. Bizim farkında olarak veya farkında olmadan içinde yaşadığımız tüm dengeler, varlığımızı sürdürebilmemiz için şarttırlar.
Okyanus ve denizler, sürekli olarak hareket halindedirler. Ve pek çok insan bu suların neden yer değiştirdiklerinin üzerinde pek fazla durmaz. Oysa okyanus akıntıları, yeryüzünde yaşamın varlığı için çok çeşitli açılardan önemli bir gerekliliktir. Alçak ve yüksek enlemlerde genellikle doğu veya batı yönlü olan bu akıntılar, bulundukları enlemin sıcaklığına uygun olarak sıcak ve soğuk su akıntıları biçiminde gerçekleşirler.
Bu akıntıların en önemli etkisi, sıcak akıntıların, düşük sıcaklığı olan bölgelere ilerleyerek ısıyı yükseltmeleridir. Soğuk akıntılarının bir kısmı ise soğuk bölgelerden veya yüzeye çıkan soğuk dip sularından kaynaklanırlar ve su sıcaklığı 15oC olmasına rağmen bulundukları sıcak enlemlerde soğuk akıntı olarak hissedilirler. Bu nedenle sıcaklığı düşürürler ve havanın bunaltıcı etkisini azaltırlar. Bu yönleriyle okyanus akıntıları, iklimler üzerinde etkilidirler. Ayrıca okyanus akıntıları, soğuk su akıntılarının etkili olduğu bölgelerde, hava kütlelerinin soğumasına yol açar ve bu kütlelerin sıcak kara alanı üzerinden geçerken yoğunlaşmasına ve böylelikle yağmurun oluşmasına yol açarlar.
Okyanus akıntılarının en önemli etkilerinden bir tanesi de çeşitli bölgelere oksijen ve besin taşımalarıdır. Bunun anlamı, akıntıların ulaştıkları yerlerle beslenme potansiyelini, dolayısıyla biyolojik çeşitliliği artırmalarıdır.
Okyanuslar aynı zamanda, ulaştıkları yerlerde farklı ürünlerin gelişmesini de sağladıklarından, insanlara çeşitli rızıkları da ulaştırırlar. Bitki ve balık türleri artmakta, insanlar farklı iklimlerde olmalarına rağmen aynı ürünleri yetiştirebilmektedirler. Eğer okyanuslarda akıntılar meydana gelmeseydi ve sular tam anlamıyla durağan olsaydı, böyle bir durumda yeryüzünde yaşamın varlığı mümkün olmazdı. Denizlerde ısı değişiklikleri çok ani olur, oksijen ve tuz oranı değişirdi. Bunun sonucunda, denizlerdeki yaşam ortadan kalkardı. İklimde anormallikler meydana gelir, yoğun sisler ve şiddetli yağışların getirdiği seller ölümcül sonuçlar getirebilirdi. Ilıman iklim, soğuk bölgelere ulaşamadığı için tür ve ürün zenginliği meydana gelemez, dolayısıyla insanların yaşam alanı bu kadar geniş olmazdı.
Okyanus suları, Allah’ın dilemesiyle yer değiştirir, Allah’ın dilemesiyle yeryüzünde değişikliklere sebep olurlar. Okyanusu oluşturan suların, sıcaklıkları soğuk bölgelere taşıması, yağmurlara sebep olması, deniz canlılarına ve insanlara rızık taşıması mümkün değildir. Onu bu şekilde hareket ettiren, ona özellikler veren, içinde sınırsız rızıkları yaratıp ikram eden, tüm alemlere hakim olan Yüce Allah’tır. Tüm bunlar Allah dilediği için yaşam veren sebeplerdir. Kuşkusuz Allah dilediği takdirde, sebepsiz yaratmaya kadirdir.
"Şüphesiz göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün artarda gelişinde temiz akıl sahipleri için gerçekten ayetler vardır. Onlar, ayakta iken, otururken, yan yatarken Allah'ı zikrederler ve göklerin ve yerin yaratılışı konusunda düşünürler. (Ve derler ki:) 'Rabbimiz, Sen bunu boşuna yaratmadın. Sen pek Yücesin, bizi ateşin azabından koru'. (Al-i İmran Suresi, 190-191)
DÜNYADAKİ MÜKEMMEL AYARLANMIŞ SİSTEMLERDEN BİRİ: OKYANUS AKINTILARI
Gökyüzünde çakan şimşekler, şiddetle yağan yağmur, kar, hızla esen rüzgarlar veya açık bulutsuz sıcak bir hava... Tüm bu tanımlar, içinde yaşadığımız gezegende hepimizin tanık olduğu iklim olaylarıdır. Bu tasvirlerde ortaya çıkan gerçek ise çeşitliliktir. Yüce Allah bu çeşitliliği sebepleri ile birlikte yaratarak bizlere üstün aklını bir kez daha gösterir. Dünyanın şekli, yörüngesi, yükselti, bakı, kara ve denizlerin dağılışı, denize olan yakınlık ve uzaklık, rüzgarlar ve okyanus akıntıları iklim çeşitliliğini yaratan sebeplerin başlıcalarıdır.
İşte bu sebeplerden biri olan "Okyanus Akıntıları" sınırlı su kütlesinin belirli bir yönde hareketi olarak tanımlanır. Alçak ve yüksek enlemlerde genellikle doğu veya batı yönlü olan akıntılar bulundukları enlemin sıcaklığına uygun olarak sıcak ve soğuk su akıntıları biçimindedir. Şüphesiz Yüce Allah sıcak ve soğuk su akıntılarını, insanların öğüt alıp düşünmesi için birçok ilim ve hikmetle yaratmıştır. (En doğrusunu Allah bilir.) Bu hikmetleri şöyle sıralayabiliriz:
İKLİM ÜZERİNDE DEĞİŞİKLİK MEYDANA GETİRİRLER
Akıntı sistemlerinden sıcak akıntıların bir kısmı oluştukları sıcak bölgeden, daha düşük sıcaklığı olan bölgelere ilerleyerek ısıyı yükseltirler. Örneğin Japonya'da Kuro Şiyo sıcak su akıntısının etkisi ile kışlar, bulunduğu enleme göre olması gerektiğinden daha ılık ve nemlidir, yöre bu iklim sayesinde zengin bir doğal bitki örtüsüne sahiptir. Golfstream sıcak su akıntısı ile Norveç yer aldığı enlem dairesine göre daha ılık ve bol yağışlı kışlara sahiptir.
Soğuk akıntıların bir kısmı ise soğuk bölgelerden veya yüzeye çıkan soğuk dip sularından kaynaklanırlar ve su sıcaklığı 150C olmasına rağmen bulundukları sıcak enlemlerde soğuk akıntı olarak hissedilirler. Bu nedenle sıcaklığı düşürürler ve havanın bunaltıcı etkisini azaltırlar. Örneğin sıcak Afrika'nın Namibya kıyıları boyunca kuzeye akan Benguala soğuk su akıntısı ısının önemli ölçüde düşmesine neden olurken, benzer etki Fas kıyıları boyunca Kanarya, Güney Amerika'da Peru'da ise Humbolt soğuk su akıntısına bağlı olarak meydana gelir.
YAĞIŞLARIN DÜZENLENMESİNİ SAĞLARLAR
Soğuk su akıntılarının etkili olduğu sahalarda bu akıntılar hava kütlelerinin soğumasına yol açarak, bu kütlelerin sıcak kara alanı üzerinden geçerken yoğunlaşmasına ve yağmurun yağmasına engel olurlar. Bu biçimde kıyı kesimlerde sisli, bulutlu, serin günler oluştururken, nem yüklü hava kütlelerinin kıtaların iç kısımlarına ilerleyerek yağış bırakmasına neden olurlar.
BİYOLOJİK ÇEŞİTLİLİĞİ ARTIRIRLAR
Su akıntıları denizlerde bir yerden bir yere besin ve oksijen taşırlar. Nitekim Meksika Yukatan yarımadası-Küba arasındaki boğazda, Florida'nın doğusu Bahamalar arasındaki açık sularda yer yer 800 metre derinliğe kadar etkili olan ve Missisippi nehrinden daha fazla su taşıyan Gulf Stream akıntıları, ile Humbolt soğuk su akıntısının etkisi altında olan Peru kıyılarında bu suların beraberinde getirdiği planktonlar, beslenme potansiyelini dolayısıyla balık çeşitliliğini artırmaktadır. Ayrıca bu balıklarla geçinen deniz kuşlarının türü ve sayısı da çevre adalarda artmıştır.
Denizlerde yaşayan algler ve bazı otsu deniz bitkileri, su geçirmeden 1.600 km. yüzebilen diasporlar ve çeşitli bitki tohumları dünyanın farklı bölgelerine akıntılar yoluyla taşınırlar.
İNSANLARA RIZIK SAĞLAR
Yüce Allah'ın Rezzak sıfatı bu akıntılara bağlı olarak ekonomik kullanımların çeşitlenmesi ile tecelli eder. Nitekim Mozambik sıcak su akıntısının etkisi ile şeker kamışı çok daha aşağı enlemlerde yetişebilmekte, suların beraberinde taşıdığı organizmalarla beslenen balık sayısı ve tür çeşidinin artması, balıkçılık ekonomisini geliştirmektedir.
Soğuk su akıntısının etkisindeki Peru kıyılarında yağış görülmez, ancak kış ayları boyunca devamlı bulutlar "Loma" adı verilen bir ot örtüsünün oluşmasına olanak verir. Bu ot örtüsü hayvancılığın gelişmesini sağlamıştır.
Sıcak su akıntıları şehirlerin gelirlerini de doğrudan etkileyebilir. Aynı enlemdeki iki şehirden biri sert bir iklime sahipken diğeri sıcak su akıntısıyla daha ılıman bir iklime sahip olabilir. Güney Afrika'nın Durban şehri, kıyılarındaki sıcak su akıntısı nedeniyle uzun bir turizm dönemine sahiptir ve gelir düzeyi aynı enlemdeki diğer birçok şehre göre daha yüksektir.
GEMİLERİN HIZLARINI VE ROTALARINI KONTROL EDER
Akıntılar gemilerin seyrinde, akıntı yönünde hareket edildiğinde hızın artmasına yardımcı, aksi durumda engelleyici rol oynayabilir. Polar akıntılar orta enlemlere buz taşıdıklarından bu bölgeler seyir bakımından tehlikelidir. Sıcak ve soğuk akıntıların karşılaştıkları yerlerde deniz (girdap, dalga) çok değişkendir. Buralarda oluşan sis de deniz ulaşımında tehlike oluşturur.
DAĞLARIN HAREKET ETMESİ
Bir ayette dağların göründükleri gibi sabit olmadikları, sürekli hareket halinde bulundukları şöyle bildirilmektedir:
Dağları görürsün de, donmuş sanırsın; oysa onlar bulutların sürüklenmesi gibi sürüklenirler... (Neml Suresi, 88)
Dağların bu hareketi, üzerinde bulundukları yer kabuğunun hareketinden kaynaklanır. Yer kabuğu kendisinden daha yoğun olan manto tabakası üzerinde adeta yüzer gibi hareket etmektedir. İlk olarak 20. yüzyılın başlarında Alfred Wegener isimli Alman bir bilim adamı, yeryüzündeki kıtaların Dünya'nın ilk dönemlerinde birarada bulunduklarını, daha sonra farklı yönlerde sürüklenerek birbirlerinden ayrılıp uzaklaştıklarını öne sürmüştü.
Ancak jeologlar, Wegener'in haklı olduğunu onun ölümünden 50 yıl sonra yani 1980'li yıllarda anlayabildiler. Wegener'in, 1915 yılında yayınlanan bir makalesinde belirtmiş olduğu gibi; yeryüzündeki kara parçaları yaklaşık 500 milyon yıl önce birbirlerine bağlılardı ve Pangaea ismi verilen bu büyük kara parçası Güney Kutbu'nda bulunuyordu. Yaklaşık 180 milyon yıl önce Pangaea ikiye ayrıldı. Farklı yönlere sürüklenen bu iki dev kıtadan birincisi Afrika, Avustralya, Antartika ve Hindistan'ı kapsayan Gondwana idi. İkincisi ise, Avrupa, Kuzey Amerika ve Hindistansız Asya'dan oluşan Laurasia idi. Bu bölünmeyi izleyen yaklaşık 150 milyon yıl içindeki çeşitli zamanlarda Gondwana ve Laurasia daha küçük parçalara ayrıldılar. İşte Pangaea'nın parçalanmasıyla ortaya çıkan bu kıtalar sürekli olarak kara ve deniz arasındaki dağılımı değiştirerek, yılda birkaç santimetrelik hızlarla Dünya yüzeyinde sürüklenmektedirler.
Burada belirtilmesi gereken önemli bir nokta da şudur: Allah dağların hareketini ayette "sürüklenme" olarak bildirmiştir. Nitekim bilim adamlarının bugün bu hareket için kullandıkları İngilizce terim de "continental drift""kıtasal sürüklenme"dir. Kıtaların kayması Kuran'ın indirildiği dönemde gözlemlenemeyecek bir bilgidir ve Allah ayette geçen "dağları görürsün de, donmuş sanırsın" ifadesiyle insanların bu konuyu ne şekilde değerlendireceklerini önceden bildirmiştir. Ancak bunun ardından bir gerçeği açıklamış ve dağların bulutların sürüklendikleri gibi sürüklendiklerini haber vermiştir. Görüldüğü gibi ayette dağların bulunduğu tabakanın hareketliliğine açıkça dikkat çekilmiştir. yani
Bilimin çok yeni keşfettiği bu bilimsel gerçeğin, evren ve doğa hakkındaki görüşlerin, hurafe, batıl inanç ve efsanelere dayandığı 7. yüzyılda, Kuran'da haber veriliyor olması şüphesiz büyük bir mucizedir. Ve Kuran'ın Allah'ın sözü olduğunun çok önemli bir delilidir.
YERYÜZÜNDE OKYANUS AKINTILARI DÜNYADAKİ HASSAS DENGESİNDEN SAPMIŞ OLSAYDI...
- Denizlerde ısı değişlikleri çok ani olur, oksijen ve tuz oranı değişirdi. Bu durum balık ve diğer deniz canlılarının ölümüne neden olurdu.
"23 Temmuz 1958'de okyanus araştırmaları gemisi 'Sivastopol' tam hızla Danimarka Boğazı'ndan geçmekteydi. Birden gemidekiler inanılmaz bir manzara gördüler: Dalgalar göz alabildiğine bembeyaz olmuştu. Deniz, milyonlarca balık ölüsü ile kaplanmış bulunuyordu. Balıkların bir sıcaklık farkı sonucu öldükleri anlaşıldı. Geminin cihazları da şaşılacak sıcaklık farkları kaydetti: örneğin deniz yüzeyinde aralarında bir mil bulunan iki noktanın sıcaklıkları 7.20C ve 340C idi. Bu fark 20-30 m. derinliklere kadar mevcuttu. Gemi, balık ölüleri arasında bir saatten fazla ilerledi. Felaket, Irminger sıcak su akıntısı ile Grönland'dan gelen soğuk su akıntısının sınırında meydana gelmişti."
- İklimde anormallikler ortaya çıkardı. Yoğun sisler ve şiddetli yağışların getirdiği seller, ölümcül sonuçlar yaratabilirdi.
"Londra sislerinin en ölümcülü ve unutulmazı Aralık 1952'de meydana geldi. 5 Aralık'ta rüzgarların dinmesiyle sis oluşmaya başladı. Bundan sonraki 3 gün boyunca sis yoğunlaştı, belli bir zaman sonra görüş mesafesi birkaç metreye kadar indi. Trafik tamamen durdu ve birçok kaza meydana geldi. Cahil halk, nemle mücadele etmek için gerekenden daha çok miktarda evlerini ısıttı. Bu da daha çok kömür tozu ve sülfür dioksit üretti-havayı daha fazla zehirledi ve sisin yoğunlaşmasına sebep oldu. Bu sis ve hava kirliliği yüzünden yalnız Londra bölgesinde toplam olarak 4.000 ölüm gerçekleşti"
- İklimsel engeller oluşurdu. Ilıman bölge bitkileri soğuk alanlara veya tropikal bitkiler mutedil alanlara bugünkü kadar sokulamaz, tür zenginliği, tarım alanlarının sınırları, dolayısıyla insanların yaşam alanı bu kadar geniş olmazdı.
Sonuç olarak, sıcak ve soğuk su akıntılarının tam olması gerektiği yerde havayı ısıtması veya serinletmesi ile insanların dünya üzerindeki yaşam alanlarını genişletmesi, ve diğer canlıların tür çeşitliliğini arttırması tesadüf olamaz. Bu akıntıların kendilerine ait bir bilinçleri olamayacağına göre yerküre üzerindeki bu hassas dengeyi üstün akıl sahibi Allah'ın kurduğu çok açıktır.
"Şüphesiz göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün artarda gelişinde temiz akıl sahipleri için gerçekten ayetler vardır. Onlar, ayakta iken, otururken, yan yatarken Allah'ı zikrederler ve göklerin ve yerin yaratılışı konusunda düşünürler. (Ve derler ki:) 'Rabbimiz, Sen bunu boşuna yaratmadın. Sen pek yücesin, bizi ateşin azabından koru'. (Al-i İmran Suresi, 190-191)
GÜNEŞİN ULAŞAMADIĞI OKYANUS DİPLERİ
Güneş ışınlarının ulaşamadığı zifiri karanlık bir ortam, yüksek basınç, zehirli gazlar, aşırı yüksek ya da aşırı düşük sıcaklık ve yanardağ etkinlikleri.....
Uzun yıllar boyunca derin denizlerdeki bu ortamda canlı yaşamının olmadığı düşünülüyordu.
Ancak bilim adamları yaptıkları araştırmalar sonucunda verimsiz olduğu düşünülen okyanusların derinliklerinde oldukça sosyal bir canlı yaşamıyla karşılaştılar.
Derin denizlerin verimsiz olarak değerlendirilmesinin en önemli nedenlerinden biri, ışıktan tamamen yoksun olmasıdır. Ancak güneş ışınlarının ulaşabileceğinden çok daha derinlerdeki zorlu koşullar yalnızca zifiri karanlıkla sınırlı değildir. Aynı zamanda yüksek basınç, aşırı yüksek ve düşük sıcaklık, yanardağ etkinlikleri gibi birçok olumsuzluğa rağmen, derinlerde yaşayan tüm canlılar bu koşullara kolaylıkla uyum sağlamaktadır.
Bugün daha tam olarak keşfedilememiş olan bu derin dünyada yapılan her yeni araştırma, derin denizlerde hayranlık uyandıran yaşamın tanınmasına vesile olmaya devam ediyor.
DERİN DENİZLERİN KEŞİFLERİ
Günümüz teknolojisi ile yapılan ölçümlere göre, güneş ışığının %3-30'u deniz yüzeyinden yansıtılır. Bu ışınların geri kalan kısmı, denizlerde ancak 200-300 metre derinliğe kadar ulaşabilmektedir. 1000 metrenin altındaki derinliklerde ise artık hiçbir şekilde ışığa rastlamak mümkün değildir. Okyanus canlıları da bu nedenle 200-300 metrelik derinlikteki kendilerine büyük yarar sağlayan aydınlık kuşakta yaşamayı tercih etmektedirler. Bu aydınlık kuşakta üretilen besinin ve canlı artıklarının bir bölümü daha sonra okyanusun derinliklerine ulaşır ve daha aşağılardaki canlıların yaşamasını mümkün kılar.
Ancak deniz altında araştırma yapan ilk bilim adamları, 600 metreden daha derin yerlerde canlı yaşamı olmadığını ileri sürmüşlerdir. Çünkü eğer derinlerdeki canlılar yalnızca yukarıdaki canlılardan arta kalan yiyecekler sayesinde yaşıyorlarsa, belli bir derinlikten sonra besinler tükenecek ve derinlerdeki canlılar yaşamlarını yitireceklerdi. Ancak ilerleyen yıllarda yapılan araştırmalarda, bilim adamları beklemedikleri bir görüntü ile karşılaştılar.
OKYANUSUN DERİNLİKLERİNDE HANGİ CANLI TÜRLERİ KEŞFEDİLDİ?
20. yüzyılın son çeyreğinde okyanusların derinliklerinde bulunan sıcak su ağızlarında yapılan araştırmalar sonucunda, okyanusların en derin yerlerinde bile canlıların yaşadığı belirlenmiştir. Sıcak su ağızları yoğun bir şekilde omurgasız canlılarla çevriliydi. Bu canlıların bir bölümü, daha önceden tanınan midye gibi canlıların çok daha büyükleriyken, bir bölümü de ilk defa karşılaşılan dev tüp solucanlarıydı.
Yapılan keşifte bilim adamlarını en çok şaşırtan, sıcak su ağızlarındaki kompleks yaşam ve canlı çeşitliliğiydi. Ancak bilim adamlarında merak uyandıran konu, güneş ışığı da dahil tüm besin kaynaklarından uzak olan bu ekosistemin nereden beslendiği olmuştur. Bu doğrultuda yapılan araştırmalar sonucunda ise mucize gerçek ortaya çıkmıştır:
Okyanusun derinliklerindeki sıcak su ağızlarında besin için ne ışığa ne de suyun yüzeyinden aşağıya çöken besin ve canlı artıklarına ihtiyaç vardır. Sıcak su ağızlarında, kimyasal olarak besin üreten canlılar bulunmaktadır.
KİMYASAL BESİN ÜRETİMİ NASIL GERÇEKLEŞİYOR?
Sıcak su ağızlarındaki harikulade doğal yaşam keşfedilinceye kadar, bu tarz ekosistemlerdeki besin üretiminin ancak ışık enerjisi ile mümkün olduğu düşünülmekteydi. Ancak bu araştırma sonucu keşfedilen bir diğer gerçek, sıcak su ağızlarında yaşayan ve besin üreten canlıların, basit moleküllerdeki kimyasal enerjiden yararlanan bakteriler olduğuydu. "Kemosentez" olarak adlandırılan bu işlemde bakteriler, sıcak su içinde çözünmüş hidrojen sülfür, hidrojen ve metan gibi gazlardaki kimyasal enerjiyi kullanıp karbondioksitle suyu birleştirerek besin üretiyorlardı.
SİMBİYOTİK (ORTAK) YAŞAM ALANI
Yapılan araştırmalar sonucu kimyasal enerjiden besin üreten bakterilerin ardından, birçok canlı ve olağanüstü sistem daha keşfedilmiştir. Bunlardan biri de sıcak su ağızlarında yaşayan canlılar arasındaki ortak yaşam ilişkisidir.
Ağızdan çıkan sıcak suyun okyanusun soğuk suyu ile karışması sonucu, ağız çevresinde yaşama ve ortak yaşama imkan sağlayan bir ortam oluşur. Sıcak su ağızlarında yaşayan canlıların büyük bir bölümü, sıcaklığı 10-200C arasında değişen bu ılıman bölgede yaşar. Kemosentez yapan bakterilerin aşırı sıcağı sevenleri ise sıcaklığın 1000C'yi bulduğu bölgelerde yaşar.
Okyanus derinliklerindeki sıcak su ağızlarında yaşayan canlıların başlıcaları, eklembacaklılar, yumuşakçalar ve solucanlardır. Önceleri bu canlıların yaşamlarının av-avcı ilişkisine dayandığı düşünülmüşse de araştırma ilerledikçe bu açıklamanın yeterli olmadığı ve burada yaşayan canlılar arasında ortak yaşam ilişkisi olduğu ortaya çıkmıştır.
Sıcak su ağızlarındaki doğal yaşamın en dikkat çekici canlılarından biri, ne besin alacak bir ağzı ne de aldığı besinleri sindirecek bir sindirim sistemi olmayan dev tüp solucanlarıdır. Araştırmalar sonucunda dev tüp solucanlarının, trofozom adı verilen organında kemosentez yapan bakteriler olduğu ortaya çıkmıştır. Bu doğrultuda bilim adamları sıcak su ağızlarındaki yaşamın önemli bir sırrını aydınlatmışlardır. Dev tüp solucanı kendi hücreleri içinde yaşayan bakterilere kimyasal madde sağlarken, bakteriler de solucana besin sağlıyordu. Bu bilimsel gerçeğin bulunmasının ardından midye ve tarak gibi ağız çevresinde yaşayan diğer pek çok canlının da kemosentez yapan bakterilerle benzer bir ortak yaşam ilişkisi içinde olduğu keşfedilmiştir.
DERİN KARANLIKLARDAKİ ZORLU KOŞULLAR
Yeni bir sıcak su ağzı oluştuğu andan itibaren o bölgedeki doğal yaşamda birçok zorlu koşul oluşur. Okyanusun en alt tabakasında yeni bir ağız meydana geldiğinde, buraya ilk yerleşen canlılar kemosentez yapan bakterilerdir. Oldukça fazla sayıda ve hızla çoğalan bu bakteriler, ağız çevresinde kalın bir tabaka oluştururlar. Bu oluşumun ardından diğer canlılar da zamanla ağız çevresine yerleşmeye başlarlar. Besin kaynaklarından bu denli uzak ve soğuk olan bu bölgelere daha sonra sırasıyla karides benzeri amfipod ve kopepodlar, karides ve salyangozlar, tüp solucanları, ıstakozlar, ahtapotlar, midye ve taraklar yerleşir.
Ancak her zaman için bu bölgelerde yaşam koşullarını olumsuz etkileyecek şartlar oluşabilir. Örneğin buradaki canlılar, sıcak su ağzında etkinliğin çok artmasıyla haşlanabilirler. Ya da ağıza su sağlayan kaynağın yön değiştirmesi ya da tıkanmasıyla ağızdaki canlı yaşamı sona erebilir. Bu durumda mevcut besin kaynakları yok olacağı ve suyun ısısı aniden düşeceği için sıcak su ağzının çevresinde yaşayan tüm canlılar büyük zorluklarla ve hayati tehlikelerle karşı karşıya kalırlar. Bu noktada yapılabilecek tek şey yeni bir sıcak su ağzı bulmaktır. Ağız çevresinde yaşayan canlılar ya bir yere tutunarak yaşadıkları ya da çok yavaş hareket ettikleri için yeni bir ağız bulmaları oldukça zordur. Ancak bu duruma rağmen hareket edemeyen canlılar, yüzebilen larvalarının yeni bir ağız bulmaları sayesinde mucizevi bir şekilde soylarını devam ettirirler.
DERİN DENİZLERDE YAŞAYAN CANLILARIN %95'İ HALA TANIMLANAMAMIŞTIR
Bilim dünyasında büyük yankı uyandıran sıcak su ağızlarının keşfi, önemli bir gerçeği gözler önüne sermektedir. Bu ağızlarda yaşayan canlıların bir bölümü incelenmiş ve tanımlanmış olsa da % 95'i henüz tanımlanamamıştır. Sıcak su ağızlarındaki bu yaşam ve canlı çeşitliliği, Yüce Rabbimiz'in evrenin her noktasındaki hakimiyetini, ilmini ve rahmetini sergilemektedir. Evrendeki herşeyi yaratan, evrenin her köşesinde sonsuz aklını tecelli ettiren Yüce Allah'tır. Allah'ın ilmiyle her yeri kuşattığı Kuran'da şu şekilde bildirilmektedir:
"Sizin İlahınız yalnızca Allah'tır ki, O'nun dışında İlah yoktur. O, ilim bakımından herşeyi kuşatmıştır." (Taha Suresi, 98)
KURAN’DA BİLDİRİLEN "DENİZLERDEKİ KARANLIK"
Günümüz teknolojisi kullanılarak üretilmiş olan denizaltı gibi araçlar ve çeşitli özel aletler, denizlerin genel coğrafi yapısı, derinliği gibi bilgilere ulaşmakta kullanılan en önemli unsurlardır. Ancak bir insanın teknolojik aletler olmadan 70 metreden daha derine dalması çoğunlukla mümkün değildir. Bununla birlikte bir insanın yardımsız olarak okyanusların 200 metre civarındaki karanlık derinliklerinde yaşaması da kesinlikle mümkün değildir. Bu nedenle bilim adamları denizler hakkındaki detaylı bilgileri çok yakın zamanlarda keşfetmişlerdir. Oysa engin denizlerin karanlık olduğu, Kuran'da bundan 1400 sene önce Nur Suresi'nde bildirilmiştir.
Hiçbir teknolojinin, dolayısıyla insanların denizlerin derinliklerine dalacak araçlarının olmadığı bir dönemde, böyle bir bilginin verilmiş olması şüphesiz Kuran mucizelerinden biridir. Denizlerdeki karanlıkların bilgisinin geçtiği Kuran ayetinde şöyle buyrulmaktadır:
"Ya da (inkar edenlerin amelleri) engin bir denizdeki karanlıklara benzer; onun üstünü bir dalga kaplar, onun üstünde bir dalga, onun da üstünde bir bulut vardır. Bir kısmı bir kısmı üzerinde olan karanlıklar; elini çıkardığında onu bile neredeyse göremeyecek. Allah kime nur vermemişse, artık onun için nur yoktur." (Nur Suresi, 40)